Havalar neden hala serin? İstanbul’da hava ne zaman ısınacak?

0



Haziran aylarının dahi serin geçebildiği bir coğrafya olan Kuzey Marmara, Kırklareli/Demirköy’den başlayıp Kandıra-Karasu’ya kadar uzanıyor.

Habertürk Meteoroloji Mühendisi Hüseyin Öztel’in haberine göre; İstanbul’u da içine alan bu alanda Balkanların serin koridoru ve Kırım üstünden, Rusya-Ukrayna tarafından gelen soğuk havaların sözü geçiyor. Nisan ve Mayıs aylarında sıkça poyrazdan ve ara sıra karayelden yaşadığımız fırtınalar, rüzgarlı günler “bu kış bitmedi” dedirtmiş olabilir.

MEVSİM NORMALLERİ BİZE SOĞUK GELİYOR

Güney Marmara’da Çanakkale-Balıkesir-Bursa gibi merkezlerde hava, kuzeye göre 4-5°C daha sıcak olabiliyor. Örneğin bugün İstanbul’da hissedilen (gölgede) 16°C olurken Çanakkale’de 20°C. Bu 15 ie 20°C arasındaki fark, bir mevsim farkı gibi gelebiliyor. 25°C ile 30°C ise aynı koşullar, sıcak ve ona göre davranıyoruz. Kritik bir aralık olan 15-20°C aralığına aslında İstanbul için mevsim normalleri diyebiliriz. Mevsim normalleri bize soğuk geliyor, onu en az 2°C aşmayı bekliyoruz.

İstanbul’da kaç insan doğada bu ay yaşanan değişimleri, büyük canlanmayı görebiliyor? Her mevsim kendine has özellikleri ise sevilesi olabilir, kar ve kış getirdiği zorluklara rağmen pek çok insanın en sevdiği dönemdir. İlkbahardan ise hem soğukların, hem de sıcakların alacağı varmış gibi, onu bir sağa bir sola çekiştiriyorlar. Bu çalkantı sırasında yağışlar, topraklarımıza bereketli yağmurlar düşüyor.

Büyük şehirlerde binaların, metroların, sokakların evlerin ve iş yerlerinin arasında geçen ömür, yorgunluk ve stres birikimine yol açıyor. Kaç ilkbahar daha görürüz bilinmez ama kendisini biraz daha iyi anlamaya ihtiyacımız olabilir.

HAVA NEDEN HALA TAM ISINMADI?

Nisan-Mayıs ve kuzey bölgeler için Haziran’ın ortalama ilk 2 haftasında denizlerimizde, karalarda, yüzlerce çiçekle rengarenk olan çayırlar ve ovalarda neler oluyor? Hangi değişimler yaşanıyor bir hatırlayalım.

“Hava hala tam ısınmadı” serzenişleri aslında atmosferimiz ile denizler ve karaların karmaşık dansının, ısı alışverişinin bir yansımasıdır. Bu özel geçiş dönemi ile ilgili doğada bir sürü şey aynı anda olur. Çiçeklerin acele etmeden açtığı, kuşların sabahın ilk ışıklarıyla yeni albümlerini tanıttığı, yağmurların filizlendirdiği bitki örtüsüne uçuşan arıların ve diğer küçük canlıların başlattığı bir “tozlaşma” ayındayız. Normalden fazla hapşurmak ve ara sıra nezle olmak bugünlerde normal sayılır.

Türkiye gibi üç iklim bölgesine sahip bir ülkede mayıs, aynı anda üç mevsimi yaşatabiliyor. Güneydoğu’da arpalar başağa durur, Karadeniz’de fındık filizlenir, Doğu Anadolu’da hala kar yağabilir. Akdeniz’de ve kıyı Ege’de cesur yürekler denize girerken, Marmara’da 2 gün yaz gibi sıcak, 3 gün Kasım ayı gibi soğuk geçebilir.

Bu çeşitlilik sadece hava durumunu değil, insanların ruh halini de şekillendirir. Kimimiz bu hafta sonu güneş kremi sürerken, kimimiz “sobanın hala tadı var” deriz. Peki havalar nasıl bu kadar sıcak ya da soğuk olabiliyor? Bu ayak uydurması güç değişimlerin doğal (ve bilimsel) sebepleri nelerdir? Burada konuyu bütüncül ve her dinamiği içeren şekilde uzun uzun anlatamasak da, aşağıda bu özel dönemde yaşananlarla ilgili bir özet bulabilirsiniz.

GÜNEŞLENME VE ATMOSFERİK ETKİLEŞİMLER

Mayıs ayıyla birlikte Kuzey Yarımküre’ye Güneş’ten ulaşan enerji miktarı artar. Güneş ışınlarının geliş açısı dikleşmeye başlar ve güneşlenme süresi ve buna bağlı olarak gün uzunluğu artar. Fakat bu artan enerji, anında kavurucu sıcaklıklara dönüşmez. Atmosferimiz güneş ışınımının bir kısmını emer (absorbsiyon), bir kısmını uzaya geri saçar. Atmosferdeki toz miktarı kuvvetli rüzgarlar güneybatıdan eserse artar, Türkiye’ye Cezayir-Libya-Mısır gibi Sahra Çölü’nün var olduğu alandan sık sık toz taşınır. Boyutları değişen bu toz ve partiküller, onlara çarpan güneş ışınlarının daha çok ve yoğun saçılımı ile gökyüzünü kızıl ve turuncu tonlarına boyayabilir. Özellikle sabah ve akşam saatlerinde güneş ışınlarının atmosferde katettiği yolun daha uzun olması, bu etkileşimleri artırarak yüzeye ulaşan direkt enerjiyi bir miktar azaltır, gökyüzünde fotoğraflık sahneler üretebilir.

KARA VE DENİZLERİN ISINMA YARIŞI: TERMAL ATALET

Bu tarihte deniz soğuk ve girince de alışamıyorsun. Fakat özellikle üstünden sıcak rüzgarlar esen, daha uzun güneşlenen Akdeniz ve Ege kıyıları ısınmaya başladı bile. Yine de ısınmanın hızı, hava ile karşılaştırılamayacak kadar yavaş. Yani 20°C olan Bodrum sahili, yarın 24°C olamıyor (bazı özel ve lokal oluşabilecek durumlar hariç). Fakat havalar 20°C iken sıcak hava dalgası gelirse 24 saat sonra 32°C dahi olabilir. Havanın bu hızlı ısınıp soğuma özelliği, denizlerde görülmüyor. Bu duruma termal atalet diyebiliriz.

Maddelerin sıcaklık değişimlerine karşı gösterdiği direnci ifade eden termal atalet, yüksek özgül ısı kapasitesi olan maddelerde büyük oluyor. Örneğin 1 gram suyun sıcaklığını 1°C artırmak için karalara göre çok daha fazla enerji gerekir, onu daha uzun süre ısıtmamız gerekir.

Uzun bir kış mevsimi boyunca soğuyan, enerji kaybeden dev su kütleleri (denizler, okyanuslar) ve karalar ısınmaya başladı. Şimdi enerji toplama zamanı ve güneşin temas ettiği her yer ısı enerjisi biriktirmeye başladı. Ancak denizler ve gece olunca karalar, hala o uzun kışın etkisi ile 17°C’de açık kalmış bir klima gibi havayı serinletiyor.

Denizler bir yandan topladıkları enerjiyi yine yavaş yavaş saldıkları için kıyı şehirlerde denizellik etkisi ortaya çıkıyor. Deniz kıyısına yakın bir merkezde ilkbahar ve sonbahar daha ılıman geçerken, iç bölgeler (karasallık etkisi) daha hızlı ısınıp daha hızlı soğuyor. Denizler gece 6°C’ye kadar soğumuyor, örneğin Marmara Denizi bugünlerde 17°C, yarın da yaklaşık 17°C olacak. Bu 17°C ile çevresi ile ısı alışverişi yapıp çevresini de eğer ondan soğuksa, hafif hafif ısıtmaya çalışacak. Fakat Anadolu’da gece sıcaklıkları bu hafta 3°C’ye kadar düşüyor. Ve orayı ılıman tutacak bir bir su birikintisi olmadığı için 24 saat içinde sıcaklıklar 3°C ile 20°C arasında değişecek. Maruz kalınan sıcaklık aralığı,karasal iklimde bu yüzden büyük oluyor. Büyük bir göl kıyısında da bu ılımanlaştırıcı etkiyi hissedebiliriz.

DOĞANIN SERİNLETEN NEFESİ: BUHARLAŞMA

İlkbaharda uyanan bitki örtüsü, evapotranspirasyon adı ile bilinen bir süreçle atmosfere su buharı salar. Buharlaşma olarak bildiğimiz suyun sıvı halden gaz haline geçtiği bu durum, bitkilerin terlemesi (transpirasyon) ve topraktaki suyun buharlaşmasının birleşimine verdiğimiz bir isim. Tıpkı biz terleyince vücudumuzun serinlemesi gibi, denizden ya da duştan çıkınca üstümüzdeki suyun buharlaşıp havaya karışırken vücudumuzdan kullandığı ısı enerjisi ile bizi serinletmesi gibi, doğa yüzeylerinden gerçekleşen buharlaşma da çevrenin serinlemesine katkıda bulunuyor.Bir hafta sonu gittiğimiz yeşil alanda hissedilen ferahlığın bir sebebi gölge olması, diğer sebebi de bitki ve ağaçların bir buharlaşma yüzeyi görevi görmesidir. Mayıs ayında gelen yağmurları emen toprak, ağaçlar ve tüm bitkiler ile yeşeren doğa, buharlaşma ile “doğal klima” etkisini artırır.

GECELEYİN RADYASYONEL SOĞUMA

Gündüz güneşle ısınan yeryüzü, gece boyunca bu enerjiyi uzun dalga boylu radyasyonla atmosfere geri yayar. Kalıcı bir depolama alanı olmayan bitki örtüsü ve toprak yüzeyler, eğer gökyüzü gece açıksa, bulutluluk yoksa, var gücü ile ısı enerjisi saçar. Buna kısaca radyasyonel soğuma deniyor, sabaha karşı en düşük sıcaklıkların ölçülme sebebi de budur. Artık gece boyu enerji kaybetmiş yüzeyler günün en düşük sıcaklıklarını görür. Karanlık çekilip güneş doğunca ise ısınma kaldığı yerden devam eder.

Bulutlu ve kapalı gökyüzü ile geçmiş bir gecenin sabahı daha sıcak olur. Bugünlerde ise batı bölgelerde pek bulut yok, saçılan uzun dalga boylu radyasyonu geri yeryüzüne yansıtacak bir örtü yok. Mayıs sabahlarının hala epey serin olabilmesi de bu “gölgelerin serinliği” ile mümkün oluyor. İstanbul ve Karadeniz çevresinde ise ilave olarak poyrazdan ve karayelden esen rüzgarlar, hissedilen sıcaklığı 2 ila 5°C daha düşürebiliyor.

Yaşadığımız konumda bu mevsim nasıl geçerdi, şimdi nasıl geçiyor ve gelecekte nasıl geçebilir? İlkbahar yok mu oldu,artık kıştan direkt sıcak yaz mevsimine mi geçiyoruz? Yoksa bizler ilkbaharın neye benzediğini mi unuttuk? Belki her ikisinden de biraz. Tıpkı bu Mayıs olduğu gibi.

*Haberin görseli AA tarafından servis edilmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir